
Çağların Korkusu
1/5/20244 min read
İnce bir esinti beyaz saçlarını savurduğunda, Pahta yağlı kuşkanadını yemekle meşguldü. Zavallı Keklik, mevsimin bu zamanında burada olmamasını öğrenemediğinden şimdi sofrasına yemek olmuştu. Tüylerini yolarken yorgunluğunu bile hissetmemişti Pahta; ne de olsa evrenin en leziz kuşunu hazırlıyordu. İlk ısırığıyla zevkin doruklarına çıkmıştı lakin son ısırığını alamadan rüzgâr, KırıkKapı’yı bulmuştu. Başını kaldırıp Kıt’alara çevirdi bakışlarını. Kara gözlerindeki tedirginliği fark edebilmek ilahi varlıkların mucizelerinden sayılabilirdi.
Uzun çayır, ruhsuz bir bedenin sessizliğine ev sahipliği yapıyordu. Pahta nefesini tuttuğunda esi bıyıklarını oynatacak kadar hissedilir hale gelmişti bile.
Doğrulduğunda sert rüzgarla çarpıştı. İki adım sendelediğinde çoktan gururu incinmişti. Dengesini bulmak için pençelerini toprağa geçirdi, başını kaldırıp ileriye baktı.
GökOva kararmıştı.
Yağlı ellerini üzerine silip tırnaksız parmaklarını temizledi. Geçidi kapatmak için sol elini KırıkKapı’nın üzerine koyup karartıyı izledi. Ruhu hemen aktı geçide. Kolu uyuştu, zihni berraklaştı. Kara gözlerinin rengi solup grileşti. Rüzgâr artık bedeninin içinden geçiyordu.
Rüzgâr toz toprakla beraber kokuyu da taşımıştı KırıkKapı’ya. Pahta ilk nefesinde kokuyu tanımıştı. Tedirginlikten elini çeker gibi olduysa da şüphesine sığınarak dimdik ayakta durdu. Normal bir Su İyesinden* daha uzundu.
Yani kısaydı.
Karartı yaklaştıkça gördükleri karşısında hayrete düşmemek için hiçbir çaba sarf etmedi. KırıkKapı, kuşlar tarafından kuşatılıyor gibiydi. Her taraftan binlercesi süratle kanat çırpıyor, uzun çayırı rüzgâra boğuyorlardı. Kuruyan gözlerini diliyle nemlendirip odaklandı.
Kırışık yüzü gitgide geriliyordu. O kadar uzakta olmalarına rağmen kadın, kuşların korkularını tüm bedeninde hissedebiliyordu.
Asalak kanatlar! Ne yaptıklarının farkındalar mıydı acaba? Geçemeyeceklerdi, İzin vermeyecek, veremeyecekti. Çünkü kurallar…
Tüm kuşlar delirmişçesine geçide uçtu. Kuşların durmayacağını fark ettiğinde gözünden bir damla yaş yere düştü.
Büyük kayıp başlıyordu.
Su gibi dalgalanan geçide çarpan kuşlar yere çakılmış gibi boyunlarını kırıp, kafalarını patlatı. Geçidin enerjisi narin tüylerini bir çırpıda yaktı. O sert gagaları gece yakılmış mum gibi tutuşup anında eridi. Gökyüzü kendini güzel göstermek isteyen insanların arayıp da bulamayacağı renkteki kuş tüylerine kaldı.
Benim güzel yavrularım! diye düşünürken, gözlerinden akan yaş yerdeki serçenin kanadındaki minik alevi söndürdü.
Ölenlerin yasını tutacak kadar zaman kendisine tanınmamıştı. Geçidin önü şimdiden ölü kuşlardan yığın olmuştu ve bu kadar daha geliyordu. Onların ardında da bir yığın kuş vardı.
Pahta yapması gerekenin farkındaydı; büyük kayıptan kurtulmak için küçük bir fedakarlık.
Derin bir nefes aldı.
Geçidin turkuaz rengi solup maviye, ardından griye dönüştü. Pahta’nın derisi çatlayarak turkuaz bir ışık sızdırmaya başladı. Griye dönen gözleri beyazlaşmış, ovayı aydınlatıyordu. Ruhu alevler içinde yanıyor gibiydi. Terleyebilseydi şu an minik bir su birikintisi olabilirdi.
Arkadan gelen kuşlar feryatlarıyla yerlerini aldılar.
Nefesi bıraktı.
Geçidin nefesi, dişlerini parçalayarak dışarı çıktı. İlk dalga öndeki kuşların kemiklerini kırıp kanatlarını parçaladı. Bu göz ardı edilecek kayıptı onun için. Gökten yağmur yağar gibi kuş yağıyordu. İkinci dalgayla beraber, ilk dalgadan etkilenmeyen kuşlar kanat çırpamaz halde havada asılı kaldılar. Tüm ova kasılıp kalan kuşlarla doldu. Üçüncü dalga tüm sağ kalan kuşların çakılmadan yere inmelerini sağladı. Hava artık çimen değil yanık et kokuyordu.
Ova halâ sürmekte olan dalgaların etkisi altındaydı. Kadının gri gözleri geri geldiğinde, geçidi ince bir kumaş gibi dalgalanır halde buldu. Geçitten aldığı enerji yüzünden incelmiş, dokunsan kırılabilir hale gelmişti. Artık ovadan bakınca dünya, çok da uzak görülmüyordu. İşte bu tüm yaşamı boyunca korktuğu ikinci şeydi.
Kadın gözyaşlarını tutamadı. Dizlerinin bağı çözüldüğünde düşmedi, sendelemedi. Dönüp ovaya baktı. Hareketsiz kuşlar yerde kaskatı halde yatıyorlardı. Ölmemiş olduklarını ince hırıltılarından duyabiliyordu.
Daha düne kadar dizine gelen çimenler görülmez oldular. Kırık kanatlardan, soyulmuş derilerden yapılma bir yorganın altına saklanmış gibiydiler. Pahta büyük adımlarla yanlarına ilerledi. Ölen kuşların üzerlerine basarken kırılan kemiklerin sesini duymadı, ezilen etleri hissetmedi. Yaşayan genç bir şahini yerden kaldırdı. Ne durumda olduğuyla ilgilenmeden parmağını iki gözünün arasına koyup zihnine daldı. Ne aradığını bilmiyordu ama o, karşısına çıkmıştı. Gördükleri karşısında dehşete düştü.
Yemek yiyen bir grup adam, ardından kafası kopmuş adamlar, ardından kaçarken kovalananlar…
Şahini elinden düşürürcesine bıraktı. Gözleriyle açıklığı izliyor tüm kuşları süzüyordu. Tüyleri ürpertiden titreştiğinde aralarında yaşayan böcekler yere düştü.
“Gelmişler mi?” diye kendi kendine mırıldanınca tüm kuşlar onaylarcasına haykırdılar. Bazıları korkudan ölüyordu, bazıları kendini öldürüyordu çünkü Pahta’nın sesi çatlamış, duygularını saklayamamıştı.
Eski yerine dönerken ne yapması gerektiğine karar verdi. Artık kurallar yoktu, yeni kuralların yazılma vaktiydi. Kalan enerjiyi ovadan toplayıp KırıkKapı’yı açtı. Umudu olan kuşlara, güçsüz kanatlarıyla dünyadan ayrılmalarına izin verdi.
Kadın son lokmasını yemek için taburesine geri çöktü, kanadı dişledi.
Yağlı eti, kırılmış dişleriyle parçalarken, gözleri donuk, aklı başka bir yerdeydi. Kamburu, GökOva’daki tek yüksek tepe değildi artık.
Ağzındaki lokmayı yutunca “Geldiler.” dedi.
Gelmişler.
“Yaşayan hiçbir insanın bunu hayal edebildiğini sanmıyorum. Benim bile! Hem kim bilebilirdi en çok çiçekleri özleyeceğimi. Ah beyaz papatyalar, keşke sizi izleyebilmek için daha fazla vaktim olsaydı."
-KARAB